Wednesday, December 24, 2008

Ekonomik Kriz

1981'den bu güne o kadar çok kriz yaşandıki canım ülkemde, hangisinden bahsetsek roman olur. Askeri darbeler, Amerika'nın sağa sola saldırması, her mahalleden bir milyoner çıkarmak sevdası, ekonomik kalkınma planlanları, bir ülkenin Cumhurbaşkanı'nın aynı ülkenin Başbakanı'na Anayasa kitapçığı fırlatması, Başbakan'ın hastalığı......Tüm bunlar ve çok daha fazlası kriz yaratmaya fazlasıyla yetti. Biz hep krizlerle büyüdük yani. Şimdi ilk defa olarak bizi kendi içimizden kaynaklanmayan bir krizle karşı karşıyayız. Bizden kaynaklanmasa da bizi de haliyle çok ama çok kötü şekilde etkilediği her gün TV'lerde, gazetelerde bangır bangır anlatılıyor. İyi ama bu makro düzeyde ki sıkıntıları neden mikroda hiç bir şekilde göremiyoruz?

Şimdi hiç kimse çıkıp ülkede mutlu azınlık var, sadece onlar etkilenmedi, diğerleri kan aplıyor edebiyatı yapmasın. Somut örneklerle durumu açıklayalım. Fakir yine fakir: zaten açlık sınırında yaşıyor. Onun için olabilecek en büyük şanssızlık işiden atılması olur. Bunun dışında krizden bile haberi olmaz. Zira kazandığı para zaten çok cüzidir. Bu kıt kanaat geçinen grup için durumda fazla bir değişiklik yok yani. En üst krem tabakadan zaten bahsetmek bile sitemiyorum. Bir çorbanın 20 YTL ye satıldığı lokantalarda yer bulamamaktan başka bir sıkıntıları yok çok şükür.

Benim asıl bahsetmek istediğim ülkenin büyük çoğunluğunu barındıran orta direk. Bu grupta fazla bir değişiklik olmadığını rahatlıkla gözlemleyebilirsiniz.Cumartesi akşamı BEyoğlu'nda bir tabak yemeğin 20 - 30 YTL civarında değiştiği bir mekanda yer ayırtmamıza rağmen biraz geciktiğimiz için yer bulamadık. Ertesi günün sabahı İstanbul'un mütavazi bir semtinde açık büfe kahvaltı yapmak için girdiğimiz mekanda-ki salonu oldukça büyüktü- yer bulamadık. 10 dakikalık bir beklemeden sonra garson lütfedip bize bir yer ayarladı. Taze simit ve çay ile 2 liraya yapabileceğiniz kahvaltı da bir seçenek iken, bunun yaklaşık 10 katını ödedik. Aynı gün kriz olduğu gerekçesiyle hergün başımın etini yiyip ağlayan bir iş sahibi tanıdığım geçenlerde aldığı PS3'ü için 100 YTL nin üzerinde bir para vererek yeni bir oyun alıyor. Bir başka arkadaşım yılbaşı için 170 YTL lik bir programa gitmek için bilet alıyor.

Hafta sonları son aylarda duyduğunuz ekonomik laflarınu kafanızdan silip AVM leri bir gezin kriz mi var, yoksa başka bir şey mi var daha net görebilirsiniz. İyi krizler...

Thursday, December 18, 2008





Altın ne oluyor, can ne oluyor,
inci, mercan da nedir
bir sevgiliye harcanmadıktan,
bir sevgiliye feda edilmedikten sonra...

Hz. Mevlana

Tuesday, December 2, 2008

Şehirdeki Yalnız Adam

Her sabah aynı saatte kalkıp aynı yollardan aynı işe gitmek bahtsızlığına mahkum insanoğlu...Her gün şehrin karmaşası ve debdebesi içinde yüzlerce, binlerce insan görüyor, hepsinin suratlarına bakıyor ve geçip gidiyoruz.Yapayalnız insanlar topluluğu bu şehir. Gerçekten kaç kişiyi yanımızda istiyoruz.Gerçekten kaç kişiyi seviyoruz. Gerçekten kaç kişi bizi seviyor. Gerçekten kaçımız sevdiğimiz işi yapıyoruz. Gerçekten kaçımız içimizden geldiği gibi - tamam - yaşayamadık; ama içimizden geldiği gibi davranabiliyoruz. En azından bir çılgınlık anında.... Sözgelimi kaçımız herkesten çok sevdiğimiz birilerini - örneğin annemizi, babamızı, karımızı ya da arkadaşımızı ve hatta köpeğimizi şöyle bağrımızı basıyoruz.

Yalnızız, hemde çok....Kalabalıklar içinde yalnızız. Çarşamba günü saat 14.00 te canın sıkılıyor. İştesin ya da evdesin ya da sokaktasın; ama ölesiye canın sıkılıyor. Kim senin bir telefonunla yanına gelir ya da kime gidebilirsin? OOOO bir sürü arkadaşım var diyorsan. Bir günü bunu denemelisin. Eğer fikrin hala bir sürü arkadaşım var şeklinde ise, dünyanın en şanslı insanınsın demektir. Çünkü yalnızız koca kalabalıklar içinde."yalnızım dostlarım yalnız" derken İbo, en azından şarkısını okuyacak dostları varmış.

Yalnız ya da ıssız adamız...her neyse oyuz. Kahretsin ki "hayat böyle" demek kolaycılığına ve tevekkülünü kabul edebilmek insana acı veriyor. Eğer "hayat böyle" ise dostlar bize yalan söylemişler.

Wednesday, August 20, 2008

Her Akşam Penceremin Önündeyim

Her Akşam Penceremin Önündeyim

Her akşam penceremin önündeyim
Ilık ve serin bir rüzgar esiyor
Sen geliyorsun aklıma
O günler Geliyor

Her akşam penceremin önündeyim
Uzaklarda Çamlıca Tepesi
Eski heybeti yok
Gökdelenler sanki şark çıbanı

Her akşam penceremin önündeyim
Bir insan seli var
Yorgun, bezgin, mutsuz, umutsuz…
Evlerine dönmedeler

Her akşam penceremin önündeyim
Güzel bir kız geçiyor sokaktan
Kafası yerde, gözleri kederde
Kimbilir hangi derdin düşüncesinde

Her akşam penceremin önündeyim
Ülkem sanki gözlerimin önünden geçiyor
Genç, yaşlı, esmer, beyaz, kızıl…
Hepsi de bizden, hepsi de sizden

Her akşam penceremin önündeyim
İçim parçalanıyor
Yüzlerce yıllık özlem var
Mutlu, şen, neşeli insanların

Her akşam penceremin önündeyim
Ilık, serin bir rüzgar esiyor Istanbul akşamında
Ve dolduruyor sanki seni içime
Canım, Cananım, can kuşum…

14.08.08

Monday, August 18, 2008

Eskişehir




Bu ülkede uzun süredir gitmediğiniz bir şehre, kasabaya, köye ya da mezraya gitmek insanın içinde tarifi zor duygular uyandırır. Gelişmiş veya az gelişmiş bir ülkede bu hissiyatı duymanız zordur. GElimiş ülkelerde on yıllar sonra yapılan gezilerde dahi sanki hiç bir şeyin değişmediğini düşünebilirsiniz. Zira şehirlerin bir havası ve ruhu vardır. Ve amaç bunu muhafaza etmektir. Lakin bizim güzel ülkemizde her bir kaç yılda bir her köşe başımızda yepyeni bir görünüş haiz olabilir.

Yıllar sonra Eskişehir'e bir düğün vesilesiyle tekrar gitmek kısmetini yakalayınca sanki makyajlanmış bir araba modeliyle karşılaşmış gibi hissettim. Yeni, yepyeni bir şeydi karşımdaki. Ama Taşhan gibi Papağan gibi güzellikleri yok etmeyen bir yenilik. Ati, Hülya ve ailesiyle daha da şenlenen gezim boyunca Osmanlı'dan kalma gibi duran Fırınlar, Amsterdam'ı kıskandıracak güzellikte caddeler, Doğu Avrupa kentlerinde görebileceğiniz hoş bayanlar ve daha birçokları....

Thursday, June 12, 2008

Endonezya'da 21 çocuk açlıktan öldü

Evet, yalnış görmüyorsunuz. 21.yüzyılda hala insanlar açlıktan ölüyorlar. Peki neden? Hiç savaşlar, emperyalizm, kıt kaynaklar, kuraklık gibi sebeplere hiç tüm suçu atmayalım. Açlıkla mücadele sadece sivil toplum kuruluşlarının, devletlerin, Birleşmiş Milletlerin bilmem kimin mi sorunudur. Büyük ozan Erkin Koray bir şarkısında şöyle diyor.
" Ye babam ye kalmasın
Fakir ekmekte almasın
Dünyayı yesen doymazsın
Gün ola harman ola"

Gün ola harman ola...Her akşam mangal yapmaya devam edelim ve her akşam 1 kilo eti mideye indirelim. Yanında salatası, aparatı, kolası ya da isteyene rakısı, olmadı birası da olsun. Sonra geğire geğire sodamızı da içelim. Hafta sonları alışveriş merkezlerini dolduralım, markasından bir kot pantolona 150 TL bayılalım. Ertesi gün giyip sokağa çıkalım, kirlenince de makineye atıp yıkayalım. Kuruyunca gidip bilmem kaç tane kot pantolonun olduğu dolaba koyup sırasının gelmesini bekleyelim. Akşamları Starbucks'a, Mado Dondurma'ya, Gloria'ya bir yere gidelim. Tatlı üzeri kahveye Boğaz'da balık parası verip iyice rahatlayalım. Bir güneş gözlüğüne bir maaşımızı feda edelim gitsin.

Ama Endonezya'da açlıktan ölen çocuklar için hiçbir yapmayalım. Ahhh! Aslında ne kadar da çok isterdik elde imkan olmasını ve o insanlara yardım etmeyi. Fakat! napalım zaten kıt kanaat geçiniyoruz, zaten dertler derya, napalım kuru maaşımız var, evsahibi de kirayı artırdı, yani eşşek batı çamura yan yattı....

Kurban bayramında bir koyunu fakire fukaraya dağıtmaktan imtina eden, bir fakirin çocuğuna destek ver de vatana millete yararlı bir adam olsun dediğinde, senden imtina eden, kapısında el açana bir kuru ekmeği çok gören, komşusu aç iken 3 kişilk yemek yiyen ve horun horul uyuyan, borca harca batmış adamla selamı sabahı kesen; ama 20. kotuna para bulan, her akşam gezmelerde fink atan, durmadan araba alan, yani nefsinin hoşuna giden her şeyi yapabilen 21.yy insanıyız.

Vicdan aranıyor !!!
Kendisi 21.yy da görülmemiş olup hayatından şüphe edilmektedir.
Görenlerin, duyanların, yerini bilenlerin insaniyet namına! insalara bildirmesi rica olunur.

Thursday, April 17, 2008

Hiç

Neyi kaybettik biz biliyor musunuz? Ahlağımızı...Artık ahlaksız bir topluluğuz biz. Ahh nerde o eski günler demiyeceğim, zira eskiden durum daha mı iyiydi dah mı kötüydü hiç bilmiyorum. Ama çok eskilerden de ahlaksızlığın olduğu kesin. Hiç geçmişi idealize etmenin alemi yok. Eğer geçmişte her şey mükemmel olsaydı Fuzuli 16 yy.da
"Selam verdim almadılar
Rüşvet değildir deyu deyu" diye beyit yazmazdı.

Maddiyat ve cismaniyat ahlağın tersidir, düşmanıdır. Maddiyat ve cismaniyat hüküm sürmeye başladığında ahlak yok olmaya, yozlaşmaya mahkumdur. Maddiyat, günümüz dünyasının en büyük gücüdür ve çok az insanın karşı koyabiliecek gücü bulunmaktadır. İnsanlar paranın kölesi olmuş ya da oldurulmuştur. Kazanılan 1 liranın, bulunan 5 liradan çok daha değerli ve önemli olduğunu, insanın az yiyerek, az giyerek, az harcayarak yaşayabileceğini ama; şerefsiz, haysiyetsiz, alnında kara lekeyle yaşayamayacağını anlatacak insanlar kalmadı artık. Vahşi kapitilizmde nasıl ayakta kalınacağını anlatan ve devamlı survivor olmayı öğütleyen insanlar türedi etrafta. Her yol mübahtır. En tehlikeli fitne olarak bu cümle her yerde karşımıza çıkar oldu. Komşumuz açken tok yatabilir olduk artık. Ama bir şeyi anlayamadık. Aynı gemi içinde birileri pirzola yer, birileri aç kalırsa o gemi batar...

Thursday, March 13, 2008

Çekip Gitmek

Modern şehir hayatının içinde yaşayan herkesten bu "çekip gideceğim bu şehirden" lafını defalarca duymuşsunuzdur. Benim de kullandığım, başkalarından da defalarca duyduğum bu lafın neden bu kadar çok kulağıma çalındığını her geçen gün daha iyi anlıyorum. En nihayetinde insanlar ne için yaşarlar hayatta? Mutlu olmak. Evet, esas sorun budur. Neden para peşinde koşar insanlar, neden ilişkiler peşinde koşarlar, neden güzel arabalara binmek isterler, neden deniz kenarında balık tutarlar, neden güneşin doğuşunu izlerler, neden annelerinin kucaklarına uzanırlar, neden sabahın köründe kalkıp işe giderler.....neden, neden, neden.... Aslından nedenler aynıdır. Temel neden mutlu olmaktır.

İşte çekip gitmek isterken bulunduğumuz yerde mutlu olamayan insanlar olarak yeni bir yerde mutlu olacağımızı ya da en azından mutlu olma şansımız olduğunu düşünürüz. Hiç bir mutlu insan buralardan çekip gideceğim dememiştir. Sizin asla çekip gideceğim demeyenlerden olmanızı dilerin.

Thursday, February 14, 2008

Sevgililer Günü

Sevgililer Günü...
Yok pardon Valentine's Day. O da kimse artık. Heralde bir Aziz falandır. Neyse konumuz neydi? Sevgililer Günü. Sevgililer Günü'nün nasıl bir kapitalizm ürünü olduğu, aslında amacın tüketimi artırmak ve zenginleri daha da zengin etmek vs. üzerine sayfalarca şey söylenebilir. Ama bunlardan bahsetmek istemiyoroum. Yılda bir gün be kardeşim ne olur geyiğine de girmek istemiyorum.

Çünkü her ne kadar kapitalizme hizmet etse de böyle günlerin güzel ve gerekli olduğunu düşünüyorum. Bazıları, insan sevdiğini yılda bir gün mü hatırlar. Hiç hatırlamasın zaten o zaman delikanlılığına da girse de söylediği laflara değil çevresindekiler kendisi dahi inanmıyordur. O yüzden paşa paşa gider hediyesini alır ve sevdiğinin yolunu tutar. Yüce Türk milleti erkeleri dışarda kazak görünmeye bayıldıkları için bu romantik tavırları dışa vuramazlar. "Evlendik romantizm bitti kardeşim, Babamların zamanında sevgililer günü mü vardı?, Sevgililer günü delikanlıyı bozar, Abi bırakın bu burjuva lafları...." gibi cümlelerle birbirlerini gazlamak suretiyle Sevgililer gününe olan tavırlarını dışavurumsal bir yöntemle dışavururlar. Oysa kazın öteki ayağı farklıdır. Hediye olayları zaten çözülmüş romantik ortam için çalışmalar yapılmıştır. Ama dışavurumsal yaklaşımları bir anda içselleşir. Hatta gizlileşir.

Şahsım bu tarz düşüncelerin sıkıntısına azlıkla düşmekle birlikte genel Türk erkeği yaklaşımına anlam verememiştir. Dolayısıyla şunları sizlere söylemeyi elzem buluyorum:

"EY TÜRK GENÇLİĞİ VE KENDİNİ GENÇ HİSSEDENLERİ,
SEVGİ YA DA AŞK O KADAR NADİR BULUNAN BİR ŞEYDİR Kİ YAKALARSANIZ ASLA BIRAKMAYIN
SEVGİLİLER GÜNÜNDE SEVGİLİNİZE HEDİYE ALIN, DURMADAN ARAYIN, AKŞAM İÇİNDE ROMANTİK BİR ORTAM AYARLAYIN. HİÇ SAĞA SOLA BAKMAYIN. BİLİN Kİ HERKES SİZİNLE AYNI ŞEYLERİ DÜŞÜNÜYOR. BUGÜN SİHİRLİ İKİ SÖZCÜĞÜ SÖYLEMEKTEN KORKMAYIN"

Sevgililer gününe sevgilisiz girip de daha dün benim yaptığım gibi etrafa" Çok şükür bu sene de hediyeden yırttık. Ne eziyettir o kardeşim hediyesi var, yemeği var, romantizmi var; yok akşam maç var birde, o da bok olacak hiç yere.........." diyenlere hiç ama hiç kulak asmayın. Kendinizi bir Ferrari kullanırken yanınıza gelip size kafa tutan Doğan'a gülüp geçen insan olarak düşünün. Ve inanın bu böyledir. Sevmek ya da aşk, doğanın kanunudur. Hiç kimsenin karşı koyamayacağı; yerçekiminden, Büyük Ünlü Uyumundan, Suyun Kaldırma kuvettinden, e=mc2 vs...çok daha kuvvetli bir kanun.

SEVGİLİLER GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN...

Monday, February 11, 2008

Facebook

Bu FACEBOOK illeti hakkında bir şeyler söylememek için çok direnmeme rağmen artık bu konunun elzemliği karşısında duramıyorum. Bir mesai gününde, mesai saatleri içinde o zaman İngiltere'de olan arkadaşım-ismini zikretmek istemiyorum- bana bir davetiye gönderdi. Arkadaşını ...sizi facebooka davet ediyor şeklinde bir davetiyeydi. Ulan bu Facebook'ta ne olaki dedim kendi kendime. O zaman şimdiki gibi memleket satıhlarını her köşesine sirayet etmiş bir Facebook salaklığı ortada yoktu. Bende diğer arkadaşlık siteleri gibi bununda üye olununca unutulanlardan olduğunu zanettimse de acı gerçekle yüzleşmem uzun sürmedi. İngiltere'deki arkadaşımın davetini "reject" etmek istemediğimden sağ baş parmağım ile mouseumu tıklayarak accept dedim.

Artık Matrix'te Morfues'un verdiği hapı yutup bambaşka alemlere giden Neo olmuştum. Her gün gelen onlarca mailin her birine bakmaya kalktığım ilk günlerde iş yerinde mesaimin büyük bölümü Facebook'ta harcadım. Sonra ne lan bu haliyeti ruhuyesiyle maillere hiç bakmadım. Sonra arkadaşlarımın" aaa Nihat sana funwall'dan, superwall'dan bir şeyler gönderdim baktın mı ?" akıllara ziyan sorularıyla haşrı neşr olmaya başladım. Birçokları, Facebook sayasinde çocukluk, ilkokul ya da başka yerlerde edindikleri ama uzun süredir göremedikleri arkadaşlarıyla görüşebildikleri için çok mutlu ooduklarını söylüyorlar. Peki ya sonra ???? yıllar sonra görüştüğün arkadaşınlar yapacağın en fazla bir iki lak lak ya da bir buluşmadır. Görüşeceğimiz, görüşmek istediğimiz insanlarla zaten görüşmüyor muyuz. Duyamadım. EVET mi ??.. Fazla söze ne hacet.


Peki bütün hayatını Facebook'ta teşir etme manyaklığına ne demeli...Hasta mısınız siz kardeşim? derler adama. ADam bakkala gitmiş onun bile fotoğraflarını koymuş. Günlük olarak hayat Facebook'ta....BBG manyaklığının çok daha tehlikeli uzantısı çünkü facebook'ta 3 - 5 kişi değil herkes gözler önünde. Gencecik kızlar şundan 5 yıl önce türk televizyonlarında rahatlıkla soft erotik kıvamda denilecbilecek pozlarını ifşa ediyorlar ve bunu garipsemiyorlar. Yok kardeşim yok...Bu facebook işinin de suyunu çıkarttık çok şükür Yüce Türk milleti olarak...Erkekler her zamanki gibi kız avcılığı için bir araç, bayanlarda nispeten aynı amaç ve ayrıca bir teşhircilik psikolojisi içinde kullanmaktalar bu siteyi..Kimse yok ne alakası var demesin. Aynaya bakıp bir düşünsün...

Saygılar sevgiler....

Saturday, January 12, 2008

20'li yaşların ortaları

Hayatı yaşayarak öğreniyor insan. Kim söylemiş hatırlamıyorum; ama şöyle bir laf etmiş birisi" Hayatı güzel yaşamak için ona sondan başlamak gerekir" Zaman zaman bu lafı söyleyen muhtemelen yaşlı adamın ne kadar haklı olduğunu düşünürüm.

20 li yaşlar başkadır. Artık çocuk değil, adam olunan yaşlardır. Arkadaşlıkların, dostlukların, aşkın, avareliklerin ve daha nice güzel şeyin ekmek kevgasına yenilmeye başladığı yıllardır. Bir zamanlar her gün hiç ayrılmadığın arkadaşlarınla artık ayda yılda bir görüşmeye başladığın yıllardır. Ve yazık ki o her ayda yılda bir görüşmede aslında olmayacağını bile bile, ama isteyerek "daha sık görüşelim" demektir. Yirmili yaşlar başkadır. Askerlik yapılmış, duvar aşılmıştır.Sıra iş ve aştadır. Onu kazanmalı ve çoluğa çocuğa karışmalıdır.

İlk zamanlar insan kabullenmekte zorlanıyorsa da zamanla alışıyor bu hüzünlü gerçeğe. Yapacak bir şey yok. Doğanın kanunu bu diyor. Kabulleniyor. Sonra çil yavrusu gibi bir köşelere saçılmış arkadaşlar teker teker başlıyor evlenmeye...Yaşanan tarifsiz sevinçte bir nebze hüzünde vardır aslında ama ne fayda. Sonra kimi yolunu başka çiziyor: Kimi şehri, kimi ülkeyi terk ediyor. Kimi de genç yaşta hayatı.

Alışıyor insan alışıyor...Ama zaman zaman gelen tramvalar istisna kabul ediliyor. Her görüşmeden sonra uzak bir yola gider gibi uğurlanıyor arkadaşlar, isteksizce. Özellikle İstanbul'da yağmur yağarken cam kenarından dışarı bakmamaya dikkat ediyorum. O zaman aklıma üşüşüyor bu hüzünlü düşünceler.Acaba mümkün değil mi diyorum yendien o eski günlere dönmek. Sonra kendi kendime sen iflah olmaz bir melankoliksin diyorum. Kim bilir belki de asıl sevdiğim ya da sevdiğimiz budur da farkında değilizdir.