Sunday, January 31, 2010

Anlamadın


Anlamadın

Güzeldi şehir,
Hele manzara,
Hele ay,
Anlamadın, anlamadın…


Rüzgar başka,
Deniz başka,
Dalga sesleri bambaşka,
Anlamadın, anlamadın…

Ay-yıldız başka,
Kırmızı başkaydı,
Dalgalaması bambaşka,
Anlamadın, anlamadın…

Bakışlarım başka,
Kalbim başka,
Ben bambaşkaydım,
Anlamadın, anlamadın….

Thursday, January 28, 2010

Orhan Pamuk, Sanat, Trabzonspor'un Guiterrez transferi

Trabzonspor devre arasında Kolombiyalı futbolcu Guiterrez'i transfer etti. Trabzonspor'un futbolcu transfer etmesi kadar doğal bir şey yok. Bu transfer dünyanın öteki ucundan da olsa durum şaşırtıcı değil, zira artık dünya eskisinden çok ama çok daha küçük. Buraya kadar her şey gayet normal. Olayı ilginç hale getiren Guiterrez'in geldiği Deportiva Junior de Barranquilla'nın Trabzonsporlu yöneticiler ile yaptığı futbol dışı konuşma. Trabzonsporlu yöneticiler, Depotiva Junior takımının başkanın Orhan Pamuk'u tanımasının transferi kolaylaştırdığını söylediler. Evet inanılmaz bir şey ama gerçek. Dünyanın öteki ucuna bir transfer yapmaya gidiyorsunu ve başkanın sizin ülkenizin bir yazarına hayranlığı sizin transferi daha kolay yapmanızı sağlıyor. Sanatın gücü denen şey tamda bu olsa gerek. Milyonlarca dolarlık tanıtım fonlarının asla yapamayacağı tanıtımı bir yazarınız yapıyor. Trabzon ile Kolombiya arasında bir köprü kuruyor. Kültürleri, dilleri, yaşayışları vs...farklı olan insanlar ortak bir payda da buluşabiliyorlar. Simon Kuper'in de dediği gibi futbol asla futbol değildir.

Aslında Orhan Pamuk'un ispanyol diline çevrilen eserlerinin ülkeye nasıl bir katkı yaptığı üzerine bir çalışma yapılmalıdır. "İstanbul ve Hatıralar" kitabı ispanyolcaya çevrildikten sonra İstanbul'a gelen ispanyol turist sayısındaki akılalmaz artışın nedenleri üzerinde hiç durulmasa da bunda Orhan Pamuk'un aslan payına sahip. Orhan Pamuk sayesinde ülkeye binlerce turist geldi, ekonomiye milyonlarca avroluk katkı yapıldı. Bu işin mali boyutu, bir de kendimizi başka dünyalara tanıtabilmek ve anlatabilmenin verdiği bir boyut var.

Trabzonspor dedik, edebiyat dedik,sanat dedik, Kolombiya dedik, futbol dedik; ama bu yazı esasen sanatın ve edebiyatın gücünü algılayamayan, hayatı sadece madde de görenler için bir eleştiridir. Zira o çok tapılan ve hükümdar olan para dahi sanat ve edebiyata boyun eğiyor. Saygı ile iyi bir kitap karşısında zenginliğini döküyor. Yüzlerce fabrikanın aylarca uğraşarak ülkeye kazandırabileceği değerden çok daha fazlasını bir kitap sağlıyabiliyor. Anlaşılmasa bile saygı duyulmalı bazıları tarafından.

Sunday, January 24, 2010

İstanbul ve Kar




Hiç bir şehre kar bundan daha fazla yakışamaz. Bir gelinlik bir gelinin üzerinde bundan daha güzel duramaz. Kar, adeta İstanbul'la büyük bir aşk yaşayan sevgilidir. İstanbul sevgiyle, aşkla, hayranlıkla kabullenir üstünü örten örtünün beyazlığını... Onca güzelliğini mahveden insanlara kızmadan, hala çok güzel olduğunu bilerek; ama bir yandan da çirkinliklerinin karların altında kalmasından memnun şefkatli sevgilisini izler.

Hiçbir şehre yakışmaz kar bu kadar. Kar hiç bir şehre bu kadar ruhunu katmaz zira. Hiçbir şehirde kendisini böyle istekle beklemez. Öyle bir aşktır ki bu anlatılmaz. Bu büyülü atmosferin içinde yaşayan istanbululardan pek azı ne büyük bir lutfa mazhar olduklarının farkındadılar. Oysa sevgiliye "seni seviyorum" diyerek aşkını açmak iiçin bundan daha iyi bir zaman ve bundan daha iyi bir mekan bululnamaz. İstanbul'un silületinin altında, kar taneleri yavaş yavaş düşerken yanında duran ve içini hiç bir şeyin ısıtamayacağı kadar ısıtan varlığa sevdanı haykırmak için İstanbul yapacağını yapmıştır. Ve maalesef bu anlar çok azdır. Ay tutulması kadar nadir. Sadece şanslı çiftler bu büyülü atmosferi yakayabilirler, ve sadece daha şanslı olanlar bu büyülü atmosferde sevdalarını açarlar, ki İstanbul'un bu büyüsüyle yola çıkanlar asla mahzun olmazlar. İlalebet mutlu olurlar.

Hiçbir şehre bu kadar yakışamaz kar. Topkapı Sarayı'na karşı tepeden bakarken karlı bir İstanbul gecesinde bunu hissetmemek için kör olmak bile yetmez. Gönüllerin kör, kalplerin mühürlü olması gerekir. Öyle bir şeydir İstanbul'da kar. Kar taneleri adeta uhrevi bir hal alır. Omuzlarına, başlarına, ellerine düşer insanların ve büyüsünü verir. Ama sadece inananlara....

Sunday, January 17, 2010

Rupa & The April Fishes



Hayatta çok az şey arkadaşlarınla iyi bir gece geçirmekten daha fazla zevk verir insana. Normal zamanlarda sevmediğin mekanlar, sevmediğin ortamlar, sevmediğin kalabalıklar bile insana hoş gelebilir. Çok fazla gürültülü ortamları sevmeyen-artık- bünyem Babylon'da canlı müzik yapan Rupa&The April Fishes grubundan ziyadesiyle hoşnut kaldı. Cuma akşamı olmasından dolayı mekanın daha bir tenha olması bu hoşnutluğun ana sebeplerinden birisiydid aslıda ama bunu ön plana çıkartmak istemiyorum. Daha çok grubun farklı müzik tarzı ve arkadaşlarla beraber olmaktan kaynaklanan eğlenceli bir gece olduğunu söyleyebilirim. Fotoğrafta da görüldiğü gibi arkadaşlarımla beraber biraz koyvermiş vaziyette saatlerimizi geçirdik.

Cuma akşamı, buz gibi bir hava olması Taksim'in boş olmasına sebep olmamıştı çok garip bir şekilde. Bazı mekanlarda oturacak yer bile yoktu. Eğlenceli gecemizin ayrıntılarına girmeden gecenin sonunda evlerimize dağaldığımızı söylemeden önce güzel İstanbul'umuzda saat 03.00'de minibüs bulunabildiğini ve minibüs'ün gündüzleri olduğu gibi tıka basa dolu olduğunu, minibüsün içindekilerin yarısının dut gibi, dörtte birinin çakırkeyif, kalanının da içmekten yeni ayılıp acıktıklarını söylemek isterim. Şahsımda, arkadaşlarımın Taksim'de kokoreç yeme teklifine yanaşmamalarından cihetle Maltepe'de çok daha kötü bir Kokoreççi de, kokoreç yemek zorunda kalmış ve o kokoreçi de bitirememiş, sonra gecenin bir vakti yürüme ihtiyacı hissedip cadde de yürümüş, sabahın o saatinde sokaklarda hiç kimsenin - benden başka- olmamasını fırsat bilen taksicilerimiz sokağın ortasına - gerçek anlamda ortasına- işemelerine şahit olmuş, eve bir yorgunluk ve şaşkınlıkla dönebilmiştir.

Güzel geceydi, güzel...