Thursday, August 6, 2009

Hiroşima ve Nagazaki

Bugün 6 Ağustos 2009. Hiroşimaya bundan tam 65 yıl önce Dünya'nın ilk atom bombası atıldı. 3 gün sonra aynı kaderi Nagazaki de yaşayacak ve toplam 200.000 kadar masum insan hayatını kaybedecekti. Amerika Birleşik Devletleri hala bu olay dolayısıyla öz
ür dilemedi. Dilemeye de niyeti yok zaten. Dünyada ki başka hiç bir devlet Nükleer silah kullanmamışken, bunu yapan tek ülke Irak'a nükleer silahlara sahip olduğu gerekçesiyle saldırıp bir milyon insanı öldürdü. Şimdi sıra belki başka ülkelerde...konuyu dağatmayalım.

Hiroşima ve Nagazaki dedik. Kendisinden yüzbinlerce kilometre uzakta ülkeye kendini koruma bahanesiyle giderek atom bombası atmak. Peki bugün bu olayı Japonlardan başka hatırlayan var mı? Hayır yok. Meclislerinde Türkler Önüne geleni kesti diyerek yasa tasarıları çıkaran ülkelerden tık yok. Nasıl olacaktı ki, ölen onlardan değil nasıl olsa. Ermeniler müslüman olsa o tasarılar meclisten değil, boşaltım organlarından dahi çıkmazdı ya neyse..ağzımızı daha fazla bozmayalım.

Ne demiştik Hiroşima ve Nagazaki....20. yüzyılın en büyük vahşeti. Kimse ağzını açıp bir kelime etmiyor. Ne yazıkki insanlar bu onbinlerce yıllık gelişim serüvenlerinde hala ilk insanların kanunlarıyla yaşıyor. Güçlü isen haklısın. Amerika güçlü, o zaman sus. Türkiye zayıf, o zaman saldır. Eee zaten haçlıyız, bin yıllık politikamız. Bu konu aslında daha çok su kaldırır, ama mevzuyu acıyı iliklerine kadar hisseden insanların fotoğraflarına internette bir bakmanızı tavsiye ederek sonlandırıyorum. Google da Hiroşima ve nagazaki yazıp resim search yapmasız yeterli. Bir de alkışım var. Ulusal ve yerel basınımızda sivrisineklerin pislemesi üzerine bile yazı yazan köşe yazarlarımız bu konuda bir kelam etme gereği duymamışlar. TEbrikler ve alkışlar....

Wednesday, July 15, 2009

Anlamadın ve lala baba




Anlamadın

Güzeldi şehir,
Hele manzara,
Hele ay,
Anlamadın, anlamadın…


Rüzgar başka,
Deniz başka,
Dalga sesleri bambaşka,
Anlamadın, anlamadın…

Ay-yıldız başka,
Kırmızı başkaydı,
Dalgalaması bambaşka,
Anlamadın, anlamadın…

Bakışlarım başka,
Kalbim başka,
Ben bambaşkaydım,
Anlamadın, anlamadın….

Monday, May 25, 2009

Bu Bir Futbol yazısıdır

Dünkü Galatasaray Beşiktaş maçı bana "Futbol İlahı" kelimesini hatırlattı. Futbolda şans yoktur derler bazıları, bazıları da şansa inanırlar.Dün bir kez daha gördüm ki futbolda şans var. Futbol ilahları bazen bir takımın kazanmasını istiyor. Bir maçı ya da bir sezonu. Dün akşam Galatasaray tek kale oynadı neredeyse. Beşiktaş ilk golünü bir duran toptan ve Mehmet Topal'ın ayağından kazandı. Galatasaray'ın stoperinin ayağından. Sonra Galatasaray harika hazırlanmış ve harika bitirilmiş bir gol attı. Maçta gol pozisyonu dahil tek ciddi pozisyonu olmayan Beşiktaş diğer stoperi Emre Aşık'ın topu Yusuf'a çarptırması sonucu topu kaybetti. Daha doğrusu top Yusuf'un önüne düştü adeta. Yusuf topu sürdü ve kalecinin yanından ağlara göndermek istedi, ama top kaleci Orkun'a çarptı ve ne oldu biliyor musunuz - izleyenler biliyorlar - top tekrar Yusuf'un önüne düştü. Ve Yusuf golü yaptı. Kewell ve Baros gibi süper yıldızlar karşı karşıya 3 pozisyon harcadılar. Ama Beşiktaş işte böyle goller buldu.

Hayatta işte böyle bir şey. Bazen çalışırsınız, koşturursunuz, didinirsiniz, uykusuz kalırsınız; ama olmaz. Hedeflerinize ulaşamazsınız. Bazen de oluruna bırakırsınız her şeyi. Bir yaprağın rüzgarda salınması gibi doğal yaşarsınız. Ve bir bakarsınız ki her şey yoluna girmiş. Hayat işte böyle bir şey. Artık şans mı dersiniz, Taktir-i İlahi mi dersiniz, başka bir şey mi dersiniz, orası size kalmış

Tuesday, May 5, 2009

Geç Kalmış bir ağıt

Muhsin Yazıcıoğlu’na….


Anadolu’nun Yiğit Evladı


Ey Yiğit evladı Anadolu’nun;
Kara kaşlı, Kara gözlü
Elleri nasırlı,
Gözleri buğulu Evladı

Ey yiğit Evladı Anadolu’nun;
Memleketinin, yalçın Dağlarının,
Kalabalık şehirlerinin
Sevdalısı

Ey yiğit Evladı Anadolu’nun
Hep ezilen
Hep horlanan
Evladı

Ağlamayın Yiğitler
Sevda türküleri de söylenir bu topraklarda
Ağlamayın Yiğitler
Güller de açar dağlarında

Üşüme Yiğit’im karlar altında
Üzülme sakın
Herkese nasip olmaz ölmek
Sevdalısının kucağında

Monday, March 9, 2009

Ölüm var ya Ömer!!

Hepimizin bildiği bir rivayet vardır hani. Hz. Ömer kendisine her gün bir altın vermek karşılığında kendisine ölümü hatırlatacak birisini tutmuş. Adam hergün gelmiş: "Ölüm var ya Ömer" demiş.Altınını almış ve gitmiş. Gel zaman git zaman bir gün adam yine gelmiş. Hz. Ömer'e artık sana ölümü hatırlatmayacağım;bu son gelişim demiş. Hz Ömer nedenini sorunca:"Bak! saçına aklar düşmeye başladı" demiş.

Saçıma aklar düşeli bir kaç yıl oluyor. Ama ölüm aklımıza nedense hiç gelmiyor. Geçen hafta sonu üst üste iki gün mahalleden komşularımızın vefat etmesi bu konuda tekrar düşünmeme sebep oldu. O kadar dünya ile cebelleşiyoruz ki zamanın nasıl geçtiğini fark edemiyoruz. Oysa işte bu dünyadan göçmenin sırası ve yaşı yok.

Hiç bir şeyi ertelememek gerektiğini fark ettim. Bazen ölüm düşüncesiyle başetmek sor olabilir. İnancı yüksek olanlar için bu böyledir. Mevlana gibiler için Şeb-i Aruz'dur. Ama bizim için...

Ne diyordum, ertelememek. Evet en önemli mesele. Yeni yerleri görmek için fırsat mı yakaladınız? Hiç kaçırmayın. Arkadaşın bir gün gelip hadi şuraya gidiyoruz mu dedi. Eğer fırsatınız varsa gidin. Yıllar önce yurt dışı gezisine çıkacaktım. Param çok rahat gezmeme izin vermeyeceği için biraz daha biriktirir, seneye daha rahat bir tatil yaparım dedim. Ama ne oldu? neredeyse 10 yıl oldu, ama ben hala o ülkeyi görmedim. Hayat kısa, ve bu dünyaya bir daha gelme şansımız yok. O yüzden ÜŞENMEYİN, ERTELEMEYİN, VAZGEÇMEYİN! kesin olarak daha mutlu olacaksınız. Unutmamalıyız ki insanlar yaptıları şeylerden değil; yapmadığı şeylerden esas olarak pişmanlık duyar.

Evet, ölüm var. Ama yaşam da var. Ölümümüzü programlama şansımız yok; ama hayatımızı nasıl yaşayacağımızı programlayabiliriz.

Öyleyse, yaşam var.

Tuesday, January 20, 2009




Nedendir bilmem en sevdiğim mevsimler hep Sonbahar ve Kış olagelmiştirlerdir. İnsanlar yaz gelse de tatil yapsak derler, ben de yine yaz geliyor diye dertlenirim. Sonbahar; arabesk değil ama melankolik bir film. Sosyalizm hayaliyle okul yıllarında eylemlere katılan Yusuf 10 yıl hapishanede kaldıktan sonra içeriden çıkar. Köyüne, Artvin'e döner. Ciğerleri iflas etmiştir cezaevinde, fazla yaşamayacağını bilir aslında ama doktora falan koşuşturmaz. Hayattan beklentisi de yoktur zaten Yusuf'un, ama Umut'suz da yaşanmaz hayatta hani.

Yusuf bir Gürcü hayat kadınına tutulur Artvin'de, öyleki hayatta tutunacak dalı olmayan bir insanın cankurtaranı olmuştur sanki bu kız. Yusuf'a : Sanki bu dünyada yaşamıyorsun, Rus romanlarından çıkmış kahramanlar gibisin; seninle uzun bir yolculuğa çıkabilsek keşke" der. "Umut" dedik ya. Aşksız umutta olmaz esasen. Yusuf'ta Rus romanlarında ki kahramanların, belki Raskalnikoff'un da yapacağı gibi bir pasaport çıkarttırır. Güzel Gürcü kızla uzaklara bir yolculuğa çıkmak için... Ama nafile Gürcü güzel ağlıya ağlıya vatanına döner.

Sonbahar, sonu mutlu bitmeyen bir film. Yusuf fazla yaşamaz, doğduğu topraklarda ölür. Memleketimde kim bilir kaç insanın yaşadığı bir hikayenin beyaz perdeye yansıması gibi geldi bana bu film.

Filmin bana bir çok şey çağrıştırsa da en çok Anadolu'nun yiğit analarını, vatanımın cennet köşelerini, dostluğun ne kadar nadir bir şey olduğunu, hayalleri ve gerçekleri anımsattı.

Tavsiye ederim. Issız Adamlar Artvin'de daha ıssız olabiliyorlar